Taner Şanlıoğlu
2 min readFeb 15, 2022

Tolstayan Terapi Atölyesi başlıyor!

Genelde bir roman okurken en çok sıkıldığımız yer yoğun betimlemelerin olduğunu kısımlardır. Olay örüntüsü güzelce akarken ve hikayenin ritmine kapılıp bulunduğunuz yeri bile unutmuşken birden bu detayli mekan tasvirlerin de nereden çıktığını şaşırır, hatta kitabın bu kısımlarının gereksiz olduğunu bile düşünürüz. Ancak gereksiz gördüğümüz bu kısımlar, kitabın belki de en önemli yerleridir.

Tam bu noktada yazarın dünyayı nasıl gördüğüne, onu nasıl algiladigina ve onda neye/nerelere dikkat ettiğine şahit oluruz. Belki daha önemlisi, yazar tam bu kısımlarda, çoğu zaman bunun farkında bile olmasak da bize bir çeşit "dünyayı görme" eğitimi verir. Karakterlerini tasarlamış olduğu ormanında yürütürken içinden geçilen yürüyüş yolunun hemen geçilip gidilmesine müsaade etmez. Tüm olay akışını bir kenara koyup (tabii bu olay akışının da bir parçası olarak) kafamızı kaldırmayı ve her şeye rağmen, ne olursa olsun, olaylar nereye giderse gitsin; yaşadığımızı, yaşamın nasıl bir şey olduğunu hatırlatır bize. Karakterlerin orman yürüyüşüne şahitlik ederken, kendi orman yürüyüşlerimizi hatırlar, burada anlatılanlardan çok farklı olarak, kendi yolculuklarımız esnasında aslında hiçbir şeye dikkat etmedigimizi fark ederiz.

Meşe, huş, kavak ve çam ağaçlarına, bu ağaçların hemen üstünde ağır ağır ilerleyen beyaz bulut kümelerine, saklandıkları yerden ara sıra çıkan ve etrafı kısa bir süzüp tekrar koğuğuna dönen sincaplara, güneşin batmaya yakın açığa çıkardığı ve tüm ufku kaplayan o alev kırmızısı boyasına, yol kenarındaki gelinciklere, barakanın kurumuş hayvan derisi görünümlü ahşap duvarlarına dikkat etmeyiz. İşte bu dikkate şahit oldukça bizim de dikkatimiz artar...

Yaşamı görmeyi, ona şahit olmayı öğrenmeye başlarız. Eskimoların sürekli kara maruz kalmalarından dolayı neredeyse beyazın kırk farklı tonunu ve her birine farklı bir isim verme hassasiyetindeki gibi keskinleşmeye başlar bizim de gözümüz. İçinde bulunduğumuz çevreye, yaşadığımız eve, elimizde tuttuğumuz kaleme, deftere, çatala, bıçağa, bardağa tekrar bakarız ve daha da önemlisi onu/yaşamı/dünyayı tekrar ama yeniden/bambaşka görürüz...

Artık tamamen farklı gördüğümüz sadece dünyanın kendisi değildir. Dünya yaşamın sadece bir parçasıdır, onun zemini/mekanı/dekoru/arka planıdır. Yaşamın anlam kazanması, bize özgüdür. İnsan anlam verir, anlam insandan çıkar ve yine insanla ortadan kaybolur. Gözümüzün yeni yeni kazandığı işte bu bambaşkalık, yaşamın diğer bir parçasını oluşturan insanı da artık farklı görür...

Daha önceki yürüyüşlerimizde fark etmediğimiz meşe ve huş ağaçları gibi, onları yeniden ve artık bambaşka görmemiz gibi, sürekli dibimizde duran, tanıyıp her şeyini bildiğimizi sandığımız insanları da tekrar, ancak yeniden bir ele alışla görmeye/değerlendirmeye başlarız...

Dünyayı yeni bir gözle izlemeye hazırlanmak için sizler hazırladığım ve beni çok heyecanlandıran Tolstoyan terapi atölyesine 20 Şubat’ta başlayacağız. Bilgi ve kayıt için tanersanlioglu@gmail.com adresine mail atabilirsiniz. Sevgiler 💫